
(linkinde yer alan makalenin çevirisidir.)
NATO müttefikleri Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkiler son yıllarda gittikçe bozulurken, Temmuz 2016’da meydanna gelen kanlı darbe girişiminin ardından bu gerilim daha da arttı.
Başkentler arasında gergin görüşmeler ve Almanya’nın gelecekteki etkinlik ve ziyaretleri iptal tehditlerinin ardından, Türk iktidar partisi AK parti, Salı günü, 16 Nisan’daki referanduma kadar Almanya’da miting yapılmayacağını duyurdu.
Almanya’da yaşayan 3 milyondan fazla Türk dahil olmak üzere Türk vatandaşlarına göre, bu gelişmeler, ancak kendileri için inançlarına, etnik kökenlerine ve vatandaşlıkları göz önüne alınarak uygulanan bir devlet zulmünü pekiştirdi. Bazıları, sebepleriyle birlikte, Almanya’nın darbe öncesi ve sonrasında Türkiye’nin güvenliğini önemsemediğine, ve keskin eleştirilerinin, ülkeyi güçsüzleştirmek ve boyun eğdirmeyi amaçladığına inanıyor.
Almanya ise, Şansölye Angela Merkel’in sözleriyle, Türkiye ile “Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü” değerleri konusundaki farklılıklara dikkat çekti. Bu ifadeler, Merkel’in, daha bir kaç hafta önce Mısır diktatörü General Abdülfettah el-Sisi’nin, bölgede bir “istikrar” figürü olduğunu belirtip, 500 milyon dolarlık bir yardım paketi sözü vermesinin ardından, Türkiye tarafından iki yüzlülük olarak yorumlanabilir.
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İbrahim Kalın, CNN Türk’e verdiği demeçte, Almanya’nın, darbenin başmimarı Fethullah Gülen terörist organizasyonunun Uluslar arası çalışmaları hakkında yapılan araştırmaya yardım etmek konusunda isteksizliğini sertçe eleştirmişti.
Kalın, “Alman istihbaratının bu adamların nerede olduğu, ne iş yaptığı, kimlerle görüştüğüne dair bir bilgisinin olmama ihtimali var mı? Peki niye koruyup kolluyorlar bunları o zaman? Demek ki Türkiye’ye karşı kullanacakları elverişli enstrümanlar bunlar. Türkiye’ye karşı kullanabileceklerini düşünüyorlar.” ifadelerini kullandı.
Alman istihbaratı, Gülen Ağı’nın oluşturduğu tehdidin ve yüzlerce şirket, kar amacı gütmeyen kuruluş, okul, organizasyın ve alenen tanınmış kişi ile arasındaki geniş kapsamlı ağın farkında.
Baden-Württemberg Federal Eyaleti güvenlik servisi tarafından 2014 yılında hazırlanan bir rapora göre, Gülenciler, “Barışçıl dinler arası diyalog” yaftası altında, anayasa karşıtı etkinlikler yapma riski taşıyorlar.
60 sayfalık raporda, Gülen yöneticilerinin, Hollanda’da da benzeri görülebilen, öncü şirketlerinin, medyasının, sivil toplumlarının, para kaçırmalarının, siyasi lobiciliklerinin ve nüfüsları etkileyişlerinin altı çiziliyor. Diğer bir deyişle, Gülen vakasının varoluş şekli ile ilgili başka bir el kitabı mevcut.
Alman araştırmacılar, Gülen’in açıklamaları ve hareketleri arasındaki tutarsızlıktan haberdar ve rahatsızdılar.
Raporda, “Fethullah Gülen tarafından daha önce yapılan açıklamaların, ‘Liberal Demokratik Devlet ve Hukukun Üstünlüğü’ ne uygun olmadığı, Gülen’in Hümanizmi temel alan Liberal, demokratik ve laik bir bir toplumdan daha çok İslam baskılı otoriter sistemi tercih ettiği” bulguları yer alıyor.
Alman istihbaratı, Gülen’in “ ‘Asıl’ dinini terk eden bir kişinin ölümle cezalandırması gerektiğine” inandığının altını çiziyor. Gülen, kadınların, eşlerinin “malı” olmaları gerektiğine ve rollerinin sadece “anne” olması gerektiğine inanıyor. Matematik ve Bilim konularında uzmanlaşmış, dünya etrafında yüzlerce okulu işleten Gülen, söylenene göre Evrim Teorisine inanmıyor. Son olarak, çoğu Alman, Gülen’in, Türkiye’deki “Kürt sorununa” çözüm olarak neye inandığını öğrendiğinde şaşırabilir.
Alman istihbaratı tarafından hazırlanan rapor, Gülen yazılarının Türkçelerinin, genelde “inananlar” ve “inananmayanlar” arasında açık bir ayrımcılık yaptığınının altını çizdiği ve sürekli olarak, Gülen’in, İslam’da, özgül olmayan durumlarda şiddet uygulama hakkı olduğu inancından bahsettiği kısımların yer almadığı çevirilerinden farklı olduğunu gösteriyor.
Soruşturma, Gülen’in, sadece Türkiye’de değil, çok daha ötesinde, her ne olursa olsun İslam köklü bir toplum oluşturma görüşünü gerçekleştirebilmek için, siyasi güce sahip olmaya kararlı olduğu sonucuna varıyor.
Elbette, bu gerçek, sadece Baden- Württemberg için değil, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin geneline de açık bir sorun teşkil ediyor. Buna karşın, örgüt, medya ve lobi faaliyetlerini kullanarak kamuoyu oluşturmak için uğraşıyor ve bir çok ülkenin kamu kuruluşlarına kendi elemanlarını yerleştiriyor.
Çoğu yorumcu, Merkel’in, Eylül’de yapılacak zor bir seçim öncesinde, İslamofobik hizipleri bastırmak konusunda sert bir duruş göstermeye çalıştığını ve aynı zamanda Suriye ve mülteci sorunları konusunda agresif bir şekilde “terör konusunda sert” bir tavır üstlendiğini düşünüyor. Türkiye, ne yazık ki, Ankara ile çalışmanın, Gülen örgütü tehlikesinin üstesinden gelmek ve Türk halkına karşı sorumluluklarını yerine getirebilmek konularında Almanya’nın menfaatlerine uygun olduğu açıkken bile, Almanya’nın bu iç siyasetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalıyor.